waiting for a sign
Uzun bir yolculuktan yeni çıkmış yorgun bir gezgini oynuyordum dün gece. Her şeye yeniden başlamak için atılmış yeni bir adımın sürüklediği bu baharat kokan kentte tüm insanların yüzlerindeki o alışılmadık ifadeyi görünce bir şeylerin değiştiğini anlamıştım. Bundan 7 yıl önce terk ettiğim bu kasabanın şimdilerde yeni bir yüze büründüğünü görünce içimde bu kentten kalan birkaç güzel şeyin de terk ettiğim o gün yitirildiğini yeni fark ettim. Sandığımız, var olduğunu düşündüğümüz onca şeyin, geçmişimizi oluşturan değerlere tekrar dönüş yaptığımızda aslında öyle olmadığını anlamak ne kadar acıtıyorsa canımızı, bir o kadar da bölüyor tüm hayallerimizi binlerce parçaya. Ruhu parçalanmış yorgun bir gezgini oynamak ne kadar ağır geliyorsa bana, bir o kadar da yüzüme vuruyor yeni bir adım atmanın aslında hiçbir şeyi düzeltmediğini. Elimizde kalan birkaç pamuk ipliğinin hiçbir şeyi bağlamaya ve bizimle birlikte sürüklemeye yetmeyeceğini görünce bükülüyor boynumuz ıslak dallar gibi. Kırılmıyor belki ama, bükülüyor… Bir daha ne zaman kuruyacağını bilmeden, güçsüz halde bekliyoruz zamanın geçmesini, baharın gelmesini.
Beklemenin ne kadar ruhu sıkan bir şey olduğunu gerçekten anlamak için birkaç tren yolculuğu yapmak gerekiyor. Geride bıraktığın insanların istasyona gelip tren kalkmadan hemen önce kolundan tutup seni geri götürmesini bekliyorsun. Bunu beklerken trenin gelip seni bu şehirden kaçırmasını da aynı anda beklemek kafayı çok karıştırıyor. Daha iyi bir hayatı, rahat bir nefes almayı bekliyorsun. Beklediğin onca şey arasında, beklemekten sıkılmış halde, bu sıkıntının bitmesini bekliyorsun. Beklemekle geçen, yeşermeyi bir türlü beceremeyen bu hayatın daha ne kadar devam edeceğini bilmeden, bunun da bitmesini beklemekle zamanını geçiriyorsun. Zor oluyor istasyonlarda oturup, zamanını hayatında bir şeylerin gerçekleşmesini beklemekle geçirmek. Beklenilen onca şeyin arasında tek bir şey gerçekleşiyor ; sadece birkaç dakika gecikmeyle istasyona varan tren... Sana sadece binip gitmek kalıyor. Trene binip kompartımanda otururken dışarıyı izliyorsun, kalabalığın arasından birinin fırlayıp sana "in" demesini umut ederek. Bekliyorsun… Gerçekleşmeyen onca şey gibi bu da gerçekleşmiyor. Tren yavaş yavaş istasyondan ayrılırken pencereden dışarı sarkıp arkaya bir kez daha bakıyorsun; ve onun dediği gibi : Dışarıda kamyonlar kavun taşıyor, sen hep onu düşünüyorsun…
