Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Çarşamba, Ekim 03, 2007

Bir günde bir çok şey...

Bir bakıyorum yediden yetmişe herkesin adı umut. Bir bakıyorum göz yaşı oluyor dökülen gökyüzünden. Hiçbir şey 2 dakika duramıyor yerinde. Hep bir değişkenlik, hep bir kayıp, hep bir üst üste katlanış, sonra ağırlığın altında ezilmeler… İçim çok dolu, sıkılıyorum, tv’nin karşısına geçip bana bir yerden tanıdık diziyi izlemeye başlıyorum. Kendilerini kayıp yıldızları bulmaya adamış insanların arkasından durup bakmaktan usanmış, kendi kayıp yıldızını bulmak için uzaklara, çok uzaklara gitmek için sabırsızlanan amatör bir gezgini oynuyorum son bölümde. Neyi değiştirebilirim, diye soruyorum kendime. Cevap verebilecek bir moda girememenin vermiş olduğu rahatsız edici sessizlik ile baş başa kalıyorum bir süre. Kimsenin sıkıntıda olmadığı, yüzlerde sadece tebessümün görülebileceği ve martılara ekmek atmakla zamanın geçirebileceği bir döneme göç etmek istiyorum o an. Yıllar akıp gidiyor; silik silik, geçmişte hiçbir iz bırakmadan. “Boşluk” denilen şey tam olarak bu olmalı diye geçiriyorum içimden. Aydınlanabilmiş olmanın verdiği huzuru bozulmasın diye buzluğa bırakıp geriye dönüyorum, çocukluğumun o en can alıcı sahnesine. Gözleri kocaman, elleri küçücük kızı öptüğüm sahneye. Islak dudaklar, kırmızılık, şaşkınlık, içimde birmilyonbeşyüzbindörtyüz kelebek… Sadece kendi geçmişime yolculuk yapabildiğim zaman makinemi açık arttırmada satmayı planlıyorum. Planlarım tutmuyor. Ne arttıran oluyor ne de alan. İkinci bir planı devreye sokmalıyım diyesim hiç yok; çünkü hiç ikinci bir planım olmuyor. Her yıl biraz daha göğe yaklaştığımı fark ettiğim sokağımda yine zift gibi bir çalışma yapılıyor. Asfalt döküldükçe seviniyorum. Dökülen her asfaltta biraz daha yükseliyorum ama kaldırımlar benim kadar şanslı olmuyor. Kaldırımlar alçalıyor. Onların adına çok üzülüyorum. Onları geride bırakıp evime gidiyorum. Odama girip duvarlarımla selamlaşıyorum. Herkesin dört duvarı oluyor, benim ise beş. Her duvarımı farklı bir renge boyuyorum. Boyacı ben olup, emeklerimin karşılığı olarak kendime aynada en az 1 kez gülümsüyorum. Aslında her şeyi sırf kendime gülümseyebilmek için yapıyorum. Bu, dünyanın en zor şeyi gibi geliyor. Kendime gülümsemeyi başarabilmek bana, yaşamak için çok uzun süre yetiyor. Penceremden kafamı çıkarıyorum, izlemeye başlıyorum. Bir arka bahçem var, yemyeşil. Bir çok hayvanı içinde barındırıyor : ökse kulak, buluberi, tepeline… dünyanın en güzel hayvanlarını orada besliyorum. Bir gün hepinizi o bahçeye, hayvanlarımın eşsiz güzelliğini görmeye davet ediyorum. Onları doya doya izledikten sonra her gün 1 saat bisikletimle boyutlar arası gezintiye çıkıyorum. Sepetsiz. Gezide sadece ben ve bisikletim oluyor. Her şey geride kalıyor ve ben gitmek istediğim her yere gidebiliyorum. Bu duyguyu hissetmekten, rüzgarın yüzüme vurmasından aşırı zevk alıyorum. Sonra geri dönüyorum. Bahçeye girip hayvanlarımı seviyorum. Akşam oluyor. Yıldızlar beliriyor. Uzanıp onları izliyorum. Sonra uyuyorum. Sabah oluyor. Güneş vuruyor yüzüme. Yeni bir gün doğuyor…

1 Comments:

Anonymous Adsız bıdılamış..

sende bi haller var ki; soramıyorum bile

09 Ekim, 2007 15:49  

Ben de bıdılamak istiyom!

<< Home