Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d14364200\x26blogName\x3dMichougu%C3%A9\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dLIGHT\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://michougue.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://michougue.blogspot.com/\x26vt\x3d8944960908925125844', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Cumartesi, Ağustos 08, 2020

hala birileri var mıdır buralarda?

ilginçtir, ölmedim ben. fiziksel olarak tabii. 

Cumartesi, Aralık 24, 2016

sarmallamalı mı yoksa sarmallamamalı mı bu hayatı?

mide ağrıları bitmek bilmezken, gırtlağıma kadar doluyum sana. bu da tarihe bir not olarak düşmeli kanımca. geri dönüşümsüz bir yolculuk bize kaça patlar bilemiyorum. gerçi elimizde patlayan sarmalların arasında bu bedel hissedilecek kadar güçlü mü artık kes
ti
re
mi
yo
rum.

Cuma, Eylül 02, 2016

hayal kırıklığısın ey sevgili

soğuk bir hayal kırıklığından ibaretsin ey sevgili
keskin bir soğukluk üstelik...
anlamsızlaştıracaksın yağmurdan sonra gelenleri
ve o güzel duyguları söküp alacaksın içimizden
öksüz bırakacaksın, yetim bırakacaksın
kurutacaksın yeşeren ne varsa içimizde

soğuk bir zincirden ibaretsin ey sevgili
vuracaksın zincirlere önüne çıkan ne kadar güzellik varsa
yakıp yıkacaksın, biliyorum
çünkü hayal kırıklıkları çok acıtır insanın canını
ve o insan, kuyruğuna basılan bir kedi gibi kanatır en yakınındakini...

Çarşamba, Aralık 30, 2015

ben demiştim demeni özledim anne

kitaplarımı yakıyorlar
terkedildiğim her akşam
yollarımda mayınlar döşeli
ve bir saksağanın kuyruğundaymış
yaşamın en ince çizgisi
olur olmaz aşklar yaşanıyor yurdumda
yağmursuz günler görülüyor uzun uzun
bir kahraman edasında seksek oynuyor çocuklar
ben demiştim demeni özledim anne
neredesin diye soranlara bir duman oluyorum gri tonlarında
pençelerim oluşuyor zamansız
bu kadar öfkeli olabilir mi adem oğlu?
cevabı sır olmayan sorularla sınıyorlar, nedendir bilinmez.
bakışlardan öğreniyorum hayatın içimizde açtığı yaraları
gitme diyemem sana, git.
çünkü bu hayat sana göre değil.

aft

Pazar, Kasım 08, 2015

dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen.
ömrümüzse karşılıksız sorular
hepsi bu.

a.telli.

Cuma, Ekim 09, 2015

Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup, aşk sanıyorsunuz. W. Shakespeare

Cumartesi, Eylül 12, 2015

kokunun sindiği yastık

yağmur yağıyor ve ben seni dinliyorum damlalardan
yağ diyorum; çünkü durursan sessizleşir masallar
bir kuş çiziyorum buğulanan camlara
bir kanadı eksik kalıyor hep
çünkü ekleyemiyorum seni yalnızlığıma

aykırı bir uyarı geliyor
ey ölümlü bu sana son uyarı
kış bitip bahar geldiğinde
kapanmayacak sonsuzluğa açılan yaralar
o yüzden uçurum ol ve düş derinliğine

şimdi perişan edilmiş vadiler kaldı elimde
aldılar benden oynamaya doyamadığım dedemin sakallarını
vurgunsun sen dediler,
ormanların sessizliğisin
çünkü ne acıdır ki kuşlarım noksan...

sarsılıyorum,
kokunun sindiği yastığa başımı koyarken
doğa da isyanında bazen suskun bazen çığlıkçığlığa
hatta boyun eğmeye kalkıyor çınar ağaçları
çünkü senin incindiğin benim solduğum bir serüvendi aşkımız

A.F.T.

Cuma, Aralık 27, 2013

hala orada mısın?

sonsuzluğun en ücra köşesinden uzanıyor ellerim; umut ile yaşam arasındaki o ince çizgeye uzanabilmeyi başarabilmek için.
içinde yaşadığını sandığım koca bir yüreğin boşluğunda kaybolmaktan korkarak, çekinerek sesleniyorum sana.
yüreğimde misin hala? eskisi kadar yaşam dolu uçuyor musun merak ediyorum hala.
papuçu yırtık halde dolaşan çocuğun yüzündeki karmaşık ifade ile uzattım ellerimi sana, belki tutabilirsin diye.
oysa mahallenin tüm çocuklarını dövebilecek güce sahip gibi yürürdüm eskiden, boynu dik, gözleri keskin.
şimdi kırılgan bir rüzgarın savurduğu sararmış bir yaprak gibiyim, savruluyorum yorgun ve yıkıntı dolu yüreğimde.
nasıl acıdığını hatırlayabilmek için bile ne kadar çabaladığımı biliyor musun?
farkettin mi bilmiyorum ama senin için kurduğum her cümlemin sonu soru işaretleri ile bitmek zorunda kalıyor artık.
hala orada mısın? yıkıntı ve terkedilmiş yüreğimde?


Perşembe, Mayıs 19, 2011

uçurtma.adam

Gökyüzüne yalnızlığını sığdırabilecek kadar
büyük bir yüreğe sahipti o...
Yüreği rüzgarın başını okşamasıyla durgunlaşıp
gözleri uzaklara dalan bir çocuğun uçurtması gibi
süzülerek dans ediyordu sanki gökyüzünde...
Öyle uyumluydu ki maviye yüreğinin rengi,
uçurtma sandılar yüzyıllar boyu...
Belki de gökyüzüne dalarken gözleri,
elleri küçük ama yüreği kocaman bir uçurtmaydı o...
çünkü suskun bir çocuktan almıştı bakışlarını...
ve artık suskun bir adamdı o...
ve aynı zamanda bir uçurtma...

Pazartesi, Nisan 11, 2011

yapamadığımız...

Akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi,
Soyunmak vardı derdinden evrenin...
Bir entari serinliğini giyinmek,
...Kendi derdini tespih gibi çekmek elinde...

Yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü,
Karşında polisiye roman okumak vardı...
Sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz,
Sevinçsiz gülmek, üzüntüsüz ağlamak..

Oturmağa konuklar gelmesi bazen,
Çevresinde bir masanın kaygısız...
Sıcacık konularda bir demli çay gibi,
Bilmedik komşularla konuşmak...

Dünyamızla uyuşmak vardı...
Oyunun sonunu görmeden oynamak;
Sevinebilmek kazandığına,
Yitirdiğine yerinebilmek...

Düşünmeyebilmek yoruldukça düşünmekten,
Kamaştıkça örtebilmek gözlerini...
Düşlerde bile ışıktan sakınarak kendini;
Uyayabilmek vardı vaktinde rahat...

Bülent ECEVİT

şimdi bunların hepsini seninle yapabilmek vardı ey sevgili...

Perşembe, Mart 24, 2011

Sana gelirken hep ellerim ceplerimde gelirdim, olur da aşkımın elleri üşümüştür... Avuçlarımda ısıtırım diyerekten... A. İlhan

Perşembe, Mart 03, 2011

Uçurtması tellere takılan şanssız çocuk! Tebeşir lekeli önlüğünü çıkarır çıkarmaz koşaradım yaşadığın hayal kırıklığına aldırma sen.. Büyüdükçe hayallerin takılacak uçurtma yerine t’ellere.. Ve aşk bile kuyruğunu sallayacak o gamsız uçurtma gibi sadece..

Faruk Köse
Yüreğimin içine akıyor yalnızlığımla her dakika biraz daha çoğalan hüznüm. Yokluğunda özlem adına kurulmuş her cümle daha çok işliyor içime. Daha çok yakıyor küçücük, avuç kadar ama koskocaman özleminin bile dolduramadığı yüreğimi. Seni özlüyorum; çünkü dinlediğim her şarkı -ilginçtir- sanki sana yazılmış. Ve ben seni sevip, özledikçe senin için çalacak evrendeki her müzik...

Perşembe, Şubat 24, 2011

küçükhikayelervakti

Yağmura karşı yürümek. Bir yolculuğa çıkmak, yolculuğun tam ortasında yağmura yakalanmak, ıslanırken seke seke zıplayıp şarkı söylemek. İçinden önce, sonra bağıra çağıra... uzun bir yolculuğa çıkmak, uzun bir yolda uzun süre yağacak olan bir yağmura yakalanmak... kimseler yok. Hiçkimse... Arada bir şehirler arası yolculuklarda babalarını aramakla hayatlarını sürdüren insanlar geçip gidiyor, başka hiçkimse yok. Bir de uçurtma adam. Onun hayatıysa bir gizem. Birgün birlikte çıkarsak bir yolculuğa ancak o zaman tanıyabilirim onu; çünkü bir insanı tanımak için onunla yolculuğa çıkmak gerekir, der benim bibi halam. Hep doğru söyler, dedikleri hep çıkar. Kahvefalımda söyledikleri gibi. Kocaman bir tavus kuşun var çocuk. Ve kocaman bir leylek. Gagasında bir müjde, bir yolculuğa çıkmış, sana doğru geliyor. Ama benim evimin bacası yok ki bibi. Bir şöminem de olmadı benim hiç. O yüzden noel baba hiç uğramadı bizim binaya. O kadar yazdım, çizdim. Hatta hayatın rengini bile değiştirdim. Hangi çocuk başarır bunları? Ama gelmedi. Ya hayat küçümsedi beni, küçücük ellerime bakarak; ya da noel baba ile leylek bacasız bir çocuğa hediye verilmez diye vazgeçtiler benden. Aslında yünlü bir çorabım da olmadı benim, içine hediyeler koyulsun diye duvara asayım...

sen hiç seni seven birinden renkli misketler aldın mı? Bir avuç renkli misketlerim vardı benim, bir başka sevenden bana getirilmiş. Onlarla oynadım mı hiç? Hayır. Sevgiyle oynanır mı? O misketlerin içinde sevgi var, tek tek yüreğinden kopartılıp içine koyulmuş. Oynamam. Bakarım, avucumda sıkıca tutarım ama oynamam; çünkü birbirine vuramam ki ben onları, ya canları acırsa?

Küçük bir ayıcığım vardı benim. Avucunun içini tutunca kalbi ışıldar ve ben ne dersem aynısını tekrarlardı. Ne zaman bir yerim ağrısa –özellikle dişim- ona, “senin de dişin ağrıyor mu?” diye sorardım. Hemen cevap verirdi.

-Senin de dişin ağrıyor mu? Hor hor horrr...
-Evet, ayıcık. Benim de dişim ağrıyor...

Çarşamba, Şubat 09, 2011

Öyle bir şey işte...


Hani pembe akide şekerleri vardır bilir misiniz, onların bir baygın pembesi, insanın içine yayılan bir kokusu vardır.

Aşk öyle bir şey işte...

Nezihe Meriç

Çarşamba, Ocak 12, 2011

neden, bilmiyorum.

Senin kim olduğunu, neden içimde olduğunu, içimde neden sustuğunu, neden gözlerinin her zaman dolduğunu bilmiyorum, içinin neden bu kadar acıdığını, bana bundan neden bahsetmediğini, her geçen gün biraz daha eriyip bittiğini, sesinin hiç çıkmadığını, insanlara bakarken paramparça yüreğinden neden hiç bahsedemediğini bilmiyorum.

neden bir şeylerin altında yürümeden kendini dinleyemediğini, neden sadece bu şekilde iyi hissedebildiğini, uzun ve kar kaplı kaldırımlarda yürümeyi sevdiğini, yusuftutanların seslerini duymadan neden uyuyamadığını bilmiyorum

onu neden sevdiğini, neden sevdiğini, onu neden, neden... bilmiyorum...

onun seni neden bilmediğini, senin onu neden içinde taşıdığını, neden çiçekleri koklarken onu hatırladığını, kendinle neden tanışmadığını, onunla kendini neden tanıştırmadığını, ya da onun neden seninle tanışmadığını bilmiyorum.

böyle bir saflığın, aynı zamanda acının aynı anda neden yaşanabildiğini, neden bu kadar haksızlığa kimsenin karşı çıkmadığını, neden doğal karşıladıklarını bilmiyorum.

bilmiyorum, bilemiyorum.

sen biliyor musun?

neden?