Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Perşembe, Şubat 24, 2011

küçükhikayelervakti

Yağmura karşı yürümek. Bir yolculuğa çıkmak, yolculuğun tam ortasında yağmura yakalanmak, ıslanırken seke seke zıplayıp şarkı söylemek. İçinden önce, sonra bağıra çağıra... uzun bir yolculuğa çıkmak, uzun bir yolda uzun süre yağacak olan bir yağmura yakalanmak... kimseler yok. Hiçkimse... Arada bir şehirler arası yolculuklarda babalarını aramakla hayatlarını sürdüren insanlar geçip gidiyor, başka hiçkimse yok. Bir de uçurtma adam. Onun hayatıysa bir gizem. Birgün birlikte çıkarsak bir yolculuğa ancak o zaman tanıyabilirim onu; çünkü bir insanı tanımak için onunla yolculuğa çıkmak gerekir, der benim bibi halam. Hep doğru söyler, dedikleri hep çıkar. Kahvefalımda söyledikleri gibi. Kocaman bir tavus kuşun var çocuk. Ve kocaman bir leylek. Gagasında bir müjde, bir yolculuğa çıkmış, sana doğru geliyor. Ama benim evimin bacası yok ki bibi. Bir şöminem de olmadı benim hiç. O yüzden noel baba hiç uğramadı bizim binaya. O kadar yazdım, çizdim. Hatta hayatın rengini bile değiştirdim. Hangi çocuk başarır bunları? Ama gelmedi. Ya hayat küçümsedi beni, küçücük ellerime bakarak; ya da noel baba ile leylek bacasız bir çocuğa hediye verilmez diye vazgeçtiler benden. Aslında yünlü bir çorabım da olmadı benim, içine hediyeler koyulsun diye duvara asayım...

sen hiç seni seven birinden renkli misketler aldın mı? Bir avuç renkli misketlerim vardı benim, bir başka sevenden bana getirilmiş. Onlarla oynadım mı hiç? Hayır. Sevgiyle oynanır mı? O misketlerin içinde sevgi var, tek tek yüreğinden kopartılıp içine koyulmuş. Oynamam. Bakarım, avucumda sıkıca tutarım ama oynamam; çünkü birbirine vuramam ki ben onları, ya canları acırsa?

Küçük bir ayıcığım vardı benim. Avucunun içini tutunca kalbi ışıldar ve ben ne dersem aynısını tekrarlardı. Ne zaman bir yerim ağrısa –özellikle dişim- ona, “senin de dişin ağrıyor mu?” diye sorardım. Hemen cevap verirdi.

-Senin de dişin ağrıyor mu? Hor hor horrr...
-Evet, ayıcık. Benim de dişim ağrıyor...