Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Pazar, Aralık 31, 2006

Yeni yıla sensiz giriyorum. Pis koyuyor. Bir seçim yapmanın, bir karar vermenin bedeli işte aheste aheste çıkıyor. Bu kararı verirken ne kadar da güçlü görünüyordum, hatırlıyor musun? O günü düşündükçe, o halimi düşündükçe hala şaşırıyorum. Bir insan canından vazgeçerken, kıymet verdiği bir şeyi geride bırakırken ancak bu kadar duygusuz görünebilir, değil mi?

Bu gece seni aramayacağım, bunu sen de biliyorsun. Söylemek istediğim o kadar çok şey varken, bunu yapmayacağım.

Bak şunun şurasında ne kaldı?
Yarım saat.
Çok mu?
Çok.

Cumartesi, Aralık 23, 2006

Terk ettiğim, geride bıraktığım her insanı bir süreden sonra tekrar istemek gibi kötü bir özelliğim var. bunu onlara belli etmeme gibi bir lükse de sahip olduğum söylenebilir. fakat öyle bir durumdur ki, artık bu lüksü kullanabilecek kadar güçlü hissetmiyorum kendimi.
Ne kadar dürüst davransam o kadar rahatlar mıyım diye sorasım var kendime. ne kadar içimi döksem, o kadar hafifler ruhum, kanatlanırım gibi. gerçi söze ilk başlarken, çok daha cesaretliydim. 15 dakika sonra bir randevum var, yarıda kalırsa söyleyeceklerim ben de hepsini bir çırpıda silerim.

Her şeyi bu kadar yoğun, bu kadar dramatik, bu kadar kafa karıştırıcı şekilde yaşayacağımı ve bu yaşadıklarımı kabullenmemek için tüm gücümle savaşacağımı, gücümü yitirdikten sonra her zaman öldürücü darbeyi vuran soruya gelip “neden ben?” diye söyleneceğimi kimse belirtmedi bana. buna çok kızıyorum, evet. ama onların hiçbir suçu yok, meselenin kendisi benim. ama kendime kızacak kadar güçlü hissetmiyorum kendimi, o zaman neden onlara kızıyorsun sorusuna cevaben. insanın kendisine kızması, diğer her şeye, herkese kızmasından çok daha zordur. kalan birkaç adımlık gücümü, bu tip şeylerle harcamakla geçirmem de kendime bir kat daha kızmamı gerektiriyor ama ondan daha öncesi var, yani her şeyin daha güzel olmasını gerektiren bir çok şey varken ona sıra mı gelir? sanki kurduğum her cümlenin içinde saklı, anlatılmak istenip de bir türlü beceremediğimiz, belki de becermeyi istemediğimiz, küçük ve kırmızımsı sırlar var. direk, o küçük ve kırmızı sırlara ulaşıp, maskeleri atıp, her şeyi ortaya çıkarmak vardı.

hiç rahatlamadım.
Hayatım boyunca hiç böyle üzüleceğimi, birinin beni böyle acıtacağını düşünmemiştim. şimdi inan bana yüreğimi söküp çıkartmaktan başka bir şey istemiyorum. Birinden, delice sevdiğin birinden ayrılmak zorunda olmak ama ayrılırken onu da içinde götürmek, içinde, ondan uzaklastığın her adımda, onun içinde büyüdüğünü, içine sığmadığını duymak, içinde tutmaya çalışmak, boğulmak, bütün bir dünyanın, bütün görüntülerinin, anılarının, çocukluk günlerinin, gelecek düşlerinin, bugünün renklerinin siliniverdiği bir anda, yine de ayrılmak zorunda olmak... Bunun ne demek oldugunu biliyor musun? Eminim biliyorsundur...

Kürşat Başar

Salı, Aralık 19, 2006

Sonuna geldik birlikte başladığımızın...

Çarşamba, Aralık 13, 2006

Herşeyin vardır bir sonu.

X. ve Son Bölüm.

Benim adım Canıtın.
Bulutlara değer kanadım.
Yerçekiminden tamamıyla muafım.

Her dakika değişen, yaramaz, iki dakika yerinde duramayan Umut ve tamamen zıt kardeşi Umutsuzluk, yine gündelik işlerini yapmaya başlamışlardı. Sabahın daha ilk saatlerinde beni uyandırmakla başladılar işlerine. Bu defa ilk kimin beyaz/siyah bir bulut gibi üzerime çökeceğini düşünürken çok kısa sürede bir karar vermek zorunda olduklarının bilincindeydiler. Güne iyi(?) bir başlangıç yapmaları gerekiyordu; o yüzden konunun üzerinde pek durmadan kararlarını verdiler. Uyandığım gibi umut benimle ilgilenecekti, beyaz bir bulut olup tepemde gezinmeye başlayacaktı. Sağolsun, çok güzel uyandım, nefis bir kahvaltı ettim ve güne iyi bir başlangıç yaptım. Açtım müziğin sesini, kitap okumaya başladım. Her cümle yeni bir yol, her yol yeni bir hayat, her hayat sen, sen de benim yaşamım… Her düşünce, her hareket, her ritim seninle ilgili.. seni anlatıyor tek tek, doyamıyorum tadına. Hepsi çok güzeldi...

Ehh, hep böyle gideceği yok ya! Diğeri çıkageldi hemen. Umutsuzluk Efendi buyur, günümü altüst edebilirsin, her zaman güne umutla bakacak değiliz ya! Etrafım yine karardı, odam karanlık, canım sıkkın. Zaman geçmek bilmiyor, ağır ağır.. resmen can çekişiyor.. kasıldım yine, hiçbir şey yapmak istemiyorum, anlamı yok her şeyin. Kendimi çok bitkin hissediyorum, sanki dünyanın en dibindeyim, üzerimde tepinen milyarlarca hayat ezerken beni, gülüyorlar hep bir ağızdan. Sinir stres, gerginlik, beni sıkıca saran kimsesizlik… boğazımı sıkıyor biri, nefes alamıyorum. Konuşmaya hiç niyetim yok, bağırmayı da istemiyorum, boğuk bir havası var odamın, içinde kaybolmaya yüz tutuyorum.

Umut, nerdesin? Sıra sende, dönsene geri!


Döner mi, dönmez mi bilinmez...

Ve perde kapansın.
SON.

Perşembe, Aralık 07, 2006

Nükleer başlıklı konu

IX.Bölüm

Ufukta yalnızlık var,
Sarı sarı.

Düşününce şöyle düşünen adam gibi, ki o adamın, o taştan adamın düşünme sınırının olmayışına hayranlık duyuyorum, düşünmekten katılaşmış olabilme ihtimalinin üzerinde duruyorum, oysa ki yaşamak daha katı, sadece düşünmekle olacak iş midir bu? Sanmam, değildir. Düşünürken düşünen adamı düşünmek, onun düşüncelerinin neler olabileceğini düşünmek ve bu düşüncelerin onun heykelinin yapılmasına sebebiyet vermesine hayret etmek, ki çok düşünen adamda vardır bi’ iş, zaten, düşünen bir adamın heykelinin yapmak daha anlamlıdır düşünmeyen bir adamın heykelini yapmaktan, öyle değil mi? Ayrıca, düşünen adam hiç üşümez mi? Düşünen adamı yapan adamın, yani Rodin’in benim gibi bunu düşünmüş olabilme ihtimali de ilgi çekici. Ben bunu yarattım ama, bu heykelin neyi düşündüğünü insanlara nasıl anlatacağım yahu? Amaaan, kimin umurunda zaten, isteyen istediğini düşünsün. Ben yaratırım, atarım kuyunun dibine koca heykelin kendisini, hadi sıkıysa çıkarın! Hey Rodin, çok yaramaz gördüm seni! Fransız değil misin, hepiniz aynısınız!

Pazar, Aralık 03, 2006

Ben bir garip keloğlanım.

VIII. Bölüm

hep aynı tonda yaşam,
nedense hiç değişmiyor...

Beklentiler.. hiç bitmeyen..
Oysa her şeyi o an yaşamak vardı, sonrasını hiç düşünmeden.
Beklentiler.. kendimden.. çevremden.. hayatın ta kendisinden..
Beklentiler.. benden, çevremden, hayatımın ta kendisinden..
Oysa en yükseğe çıkıp, rüzgarın yüzümü okşaması vardı, güneş beyaz tepelerin arasından doğarken..

zamanı durdurur musun bi zahmet? her şey gibi o da geçici, artık sıkıldım ben…