Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Pazartesi, Ocak 30, 2006

Papateizm'in yaptırdıkları adına..

Papates papates ve bir daha papates. Ömrüm tükendi şu iki günde. Aklımdan çıkaramıyorum. Kocaman bir papates tarlası gözümün önüne geliyor, sonra aralarından iki tanesi çıkıp birbirleriyle konuşmaya başlıyorlar.

Küçük olanı : “Bir gün bir papates bir papatese demiş ki…” diye söze giriyor.
Diğeri : “Aman ya başlama yine!” diye onu azarlıyor.

Tarlanın en başında bir papates başını kaldırıp etrafına bakınarak : “Kimsecikler yok gibi. Şuracıktan bi kaçsam, çayır bayır gezinsem, sonrada güneşlensem, ne güzel olurdu çıtır çıtır” diye kendi kendine konuşuyor.

Bir başkası boylu boyunca oturmuş düşünen adam gibi yumruğu çenesinde : “Acaba yakında kızartılacak mıyım yoksa püre olarak mı yeneceğim. Belki cips olurum, kola ile birlikte içilirim. Çok iyi anlaşırım zaten ben kolayla. Çok iyi bir ikili oluruz. Sonra tv karşısına geçer film izleriz ve çok eğleniriz” diye düşünüyor.

Biraz ilerleyince bir gruba rastlıyorum. Ateş yakmış, çevresinde oturuyorlar. Birinin elinde gitar, uzun sarı saçlı, başı sallana sallana çalıyor. Bir diğeride şarkı söylemeye başlıyor, o da minyon tipli bir şey. Eteği var kahverengi. Cılız bi sesi var, ateşin çıtırtısı da onlara eşlik ediyor. Geriye kalanlar, sezonluk olduklarının farkında, yakında bu tarlalardan göç edecekler, bir daha geri dönemeyecekler. İnsanlar onları alıp, yemek için götürecek. Bunları düşündükçe efkarlanıyor, daha fazla içmeye başlıyorlar. Ellerindeki bira şişeleri, eski bir dostlarının kıyağı. Her yudumda bir teşekkür şartıyla içmelerine izin vermiş. Yanlarında oturup biraz ısınıyor şarkı söylüyor birkaç yudum bira içip teşekkür ediyor ve oradan uzaklaşıyorum. Tarlayan çıkıp arkama bakıyorum.

Geride bıraktığım kocaman papates tarlası,
gelecek için seçim hakkı olmayan papatesler,
toprak kokusu,
karamsarlık,
milyonların içinde yalnızlık..

Dipnot : Evet, patates değil papates.

Pazar, Ocak 29, 2006

Yenik düşmüş, kaybolup gidiyoruz.

Pek bi şirin. Pek bi güzel bakardı gözlerin. Öyle bir anda çıkardı ağzından yeminin. Farkına varmadan geçirilirdi zaman. Ölüm bizi bozarken, gözyaşlarımız donardı, ellerimizin uzaklığından. Bakar dururdu martılar, neden uçamadığımıza. Geçmişe doğru yapılan her yolculukta, senin bırakıp gittiğin o istasyona uğrardık. Bu yüzden acı verirdi gitmek. Bu yüzden vazgeçerdik. Geri dönüş yolculuğunda yetim bıraktığın o odada oturmuş, gelmemizi bekliyor olmanı dilerdik. Kapıyı açar, ışıkları yakar, dolabın içinden fırlayacağını ümit eder, ortalıkta dolaşırdık.

Her zaman yanıldık, her zaman kırılgan oldu hayallerimiz.

Ve nefes nefese kaldığımız için değildi susuzluğumuz, sebebi sendin.
Seni düşünmekti kalbimizin atışını hızlandıran.

Öyle çok susadık ki sana,
öyle çok çekiyordu ki canımız.

Ve şimdi yokluğun yüzünden aşıma uğruyor ruhumuz.
Yokluğunun çekimine yenik düşmüş, kaybolup gidiyoruz.

Cumartesi, Ocak 28, 2006

Çünkü yokluk hafifletir bazen.

Yüzüne bakınca anlaşılıyor yorgunluğun.
(Bu kadar ağır olmak zorunda mıydı taşıdığın bu beden..)
Göz kapakların kapanmış, karanlığa konuşuyorsun. Karşındaki sanki hiç yok, kimseyi görmüyorsun.

"Neden?" diye soruyorum.
“Önemsiz bazı şeyler, söylemek istediğini söyledikten sonra fark etmez” diye mırıldanıyorsun.

Hoşuma gidiyor yaptığın. Karanlıkmışım gibi hissediyorum.

Çünkü yokluk hafifletir bazen.
Kanatlanıp uçacakmışsın gibi hissedersin.
(İki beyaz kanat, karanlığın sırtına takılan.)

Dört kat.

Erkeklere yıldırım çarpma olasılığı kadınlara oranla dört(4) kat daha fazlaymış.

Kadın erkek eşitliği tabi.

Evet.

Çarşamba, Ocak 25, 2006

Bir kaç sevgi buketi, en fazla..

İşte o zamanlar okulu çok severdim. Sabahları okula giderken yanımda oturan kız çok kafadardı, sabah sabah güler eğlenirdik. Okula varınca sınıfıma girip sırama geçer ve yanıma oturacak kızın gelmesini beklerdim. Ondanda çok hoşlanırdım, fazlasıyla güzeldi. Tüm gün onunla geçerdi. Dönüş yolunda başka bir servise binerdim. Orada çok tatlı bir kız vardı, platoniktim. Yanıma otururdu, dönüş yolculuğunu birlikte yapardık. Bu yüzden tatil günlerini hiç sevmezdim. Çünkü üçünü de göremezdim. Ortaokul dönemim bu şekilde geçti. Hangisini seveceğime tam olarak karar verememiştim. O yüzden üçünü de sevmeye karar verdim. Böylece sevgimi bol bol dağıtmaya başladım. Herkesi çok sevdim. Aradan uzun zaman geçti. Artık yeterince sevgim kalmadı.

Hatta bitti.

Belki de birkaç buket vardır, en fazla..
Onu da kime saklıyorum(?) bilmiyorum.

Pazar, Ocak 22, 2006

Kancık kelleni, ödlek bedeninden ayırmaya geldim.

İmza : Cüneyt arkın.
Yıl : Bilmem
Olay : Her hangi bi bizans imparatorunu 2'ye bölmekle tehdit ederken.

Koçum be..

Cuma, Ocak 20, 2006

Yaşasın Kebap Okumak!

Yeni açılan Çamlıca Kebap Evi’ni ; Çamlıca Kitap Evi diye okuyan, gidip bir göz atayım diyen, içeri girecekken insanların yemek yediğini gören ve son an da oranın bir kebapçı olduğunun farkına varan, hiç çaktırmadan bir an önce uzaklaşmalıyım diye düşünen ve parmakların ucuna basaraktan kaçışan bir insan var mıdır bu dünyada?

- Vardır.
- Kimdir?
- Bendir.
- Ehehe.

Off, lanetlendim galiba!?

Çarşamba, Ocak 18, 2006

Bugün aynada onu gördüm.

Birbirimize gülümsemeye çalıştık, olmadı.
Gözgöze geldik, konuşmak için çabaladık, pek beceremedik.
Biz de, bizden vazgeçtik.

Ne kadar değişmiş.
Ne kadar yorgun görünüyor.

Salı, Ocak 17, 2006

Değişiklik iyidir. Çok uğraştırdı ama güzel oldu.

Dipnot: Begenmeyenler varsa, vardır :)

Pazartesi, Ocak 16, 2006

Bu kadar hayal yeter, hadi git şimdi ellerini yıka!

Pazar, Ocak 15, 2006

Dünya düzeni

Arkadaşım, canım benim, üç defa zıpla, gece 2 oldu, aşağıdakiler uyanmalı, koltuğa çık, yüreğini diğer duvara fırlat, yüksel, yukarı doğru çırp kanatlarını, tavanda gezin, içini boşalt, yere in,
benzin dök kanatlarına, yak sonrada.
Dünya düzeni bu, üzgünüz.
Herkes insan kalmak zorunda.

Eskiden küçüktüm.

Herşeyin bir anlamının olduğunu düşünmeye zaman ayırmadığımız dönemlerde, küçük papuçlar giyerken, burnumuz akarken, dizimizi dirseğimizi yararlarken çok eğlenceli gelirdi hayat. Düşünecek birşey yoktu, sadece yapardık. Var olmak zorunda kaldığını düşündüğümüz zamanlar yoktu, yanından geçtiğimiz her güzel insanın gözlerine bakmamamız yokmuş gibi davranmamız gerektiğini de bilmezdik. Yürümez zıplardık, seke seke gitmek hiç yormazdı bizi. Merdivenleri ikişer ikişer çıkmak her zaman zevkli gelmişti, şimdiyse ciğer parçalayıcı. Öhm, bi daha öhm.

Aklım karıştı şimdi
Küçükken büyümeyi istemek,
Büyüdükten sonra küçülmeyi dilemek.
Kime göre, ne için böyle davranıyoruz?
Kim bizden?
Nerde benim hayali kahramanım hikemotti zalovin?

Cumartesi, Ocak 14, 2006

I miss you

Hayat bir masalken, çok önceden...

- Neden ağlıyorsun teyzeciğim?
- Ağlamak mı? Sen varken, yanımdayken, niye ağlayacakmışım ben?
- Ama bak, dikişin ıslandı.
- İlahi çocuk! Görmüyor musun? Müteahhit beyin hanımının balo defilesine inciler dikiyorum.

Kötü kalpli devin kapattığı kulede, ağladıkça gözyaşları inci olan güzel prensesin masalı…

Cuma, Ocak 13, 2006

Lord Nindo

Lord Nindo’nun yapacağı şey hiçbir zaman belli değildi, aklından geçenleri okumak için gözlerine bakmak yeterliydi ama buna cesaret edemezdiniz. Öfkeyi, sevgiyi, mutluluğu gözlerinden okuyabilirdiniz ama buna hiç izin vermedi. Kimseyi sevmediğini ve hep öfke dolu olduğunu düşünürdünüz. Hissettikleri çok yoğun ama karmaşıktı. Keşfedilmesi gereken gizli kalmış yanlarının olması o’nu her zaman özel kıldı. Onun içinde bulunan karanlık odaları açmak her zaman ilgimi çekti. Ne kadar yakınlaşmaya kalksam benden o kadar uzaklaştı. Gizemi onu huzursuz kılıyordu, bunu hissedebiliyordum. İçinde keşfedilmesini istediği yanları olmasına rağmen buna izin vermiyordu ama her zaman bilinmez olarak kalmayı da istemiyordu.

Lord, ya hep gizemli kalarak bilinmezlikler içinde aranan insan olacaktı; ya da huzura erişip diğer insanların arasına karışacaktı..

Perşembe, Ocak 12, 2006

Filistin sokaklarına döndü buralar.
Peh peh..

Bitmez bu bayram, ı-ıh.

Salı, Ocak 10, 2006

Düşünce silsilesi

Geçen tv’de kuş gribi nedeniyle itlaf edilen kanatlı hayvanların görüntülerini izledim. (Kaçı gerçekten hastaydı, tartışılır) Bir çukur kazılmıştı, içinde hayvanlar vardı ve üstlerine mazot döküldü. Daha sonra hepsini diri diri yakmaya başladılar. Hayvanların yanarken çıkardığı sesler hala aklımdadır. O an bu görüntüyü görünce çok üzüldüm. Bir an kendimi onların yerine koyunca, aklımdan bunlar geçti : Bir insan hastalanmış grip olmuştu ve kanatlı hayvanlar alarma geçmiş, o şehirdeki bütün insanları bir çukura atarak diri diri yakmaya başlamışlardı. Bende içlerindeydim : "Ağabey benim ne suçum var, adamın biri grip olmuşsa? Beni niye yanıyorum yani?" diyorum. Feci bir durum.

Simdi bayram, insanlar koşturmaca içinde. Eskisi kadar olmasa da insanlar bir araya gelip birlikte zaman geçiriyor. Bunu yapmak için bayramın gelmesini bekliyor olmalarını bir kenara bırakalım. Diğer taraftan kurbanlar kesiliyor. Yine bu kesimleri izlerken istemeden de olsa kendimi onların yerine koyunca, aklımdan bunlar geçti : Kurbanlarında özel bir günü varmış, o gün gelince yakınlarıyla birlikte zaman geçirip, hal hatır sorar, eğlenirlermiş. Ve o gün bizleri insan pazarlarından satın alır, parçalara ayırır, postumuzu THY'e bağışlıyorlarmış. Ve bu her sene tekrarlanıyormuş. Kurban etmek için bizi yetiştirdiklerini de unutmayalım. Vay canına!

Fazlasıyla şanslıyız değil mi?

Bayramınız Kutlu Olsun.

Pazar, Ocak 08, 2006

Cevaplara ihtiyaç var..

MK1 - Pazar günleri bu kadar sıkıcı olmak zorunda mıdır?

MK2 - Cumartesi gibi güzel bir günün ardından olacak iş midir?

MK3 - Pazar günlerini daha eğlenceli kılmak için neler yapmak gerekir?

MK4 - Yılın son gününde çok eğlenirken haftanın son günü gelince neden acaip sıkılırız?

Sorular daha da çoğaltılabilir fakat fazla yuklenmenin kimseye bir faydası yoktur. İnsan bu, ömür boyu garantili fırat boruları değil :P

İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. Cevabını bildiğiniz soruların kod numaralarını ve yanlarına doğru cevaplarını yazarak istediğiniz herhangi bir numaraya gönderin; çünkü herkesin bu cevaplara ihtiyacı var.

Cuma, Ocak 06, 2006

Dışarda yağmur var, İçerde fırtına..

Perşembe, Ocak 05, 2006

Her şey için..

21 yıl önce tam bugün doğdum. 21 yıl önce hayata merhaba dedim. 21 yıl önce bu dünyayı paylaşmaya geldim. Vaktimin kısa olduğunu biliyordum, yapacaklarım ise her zaman çoktu. Endişe duyuyordum yabancı olduğum hayatta, neyle karşılaşacağımı kestiremiyordum, yaşamak çok ilginç geliyordu, anlamaya çalışıyordum her şeyi. Acıyla tanıştım önce, ağlamaya başladım. Sevgiye ilgiye ihtiyacım vardı, kendimi çok yalnız hissettim, birinin kucağına verildim. Sardı beni kucakladı, içim ısındı. Kendimi güvende hissettim.

21 yıl sonra bugün buradayım. Vaktim daha da kısaldı. Yapacaklarım daha da çoğaldı. Hala endişe duyuyorum, yarın neyle karşılaşacağımı hala kestiremiyorum, yaşamakta çok ilginç geliyor, anlamakla uğraşıyorum her şeyi. Acıyla hala aram çok iyi, bazen sessiz sedasız gözyaşı döküyorum. Sevgiye ihtiyacım oluyor, kendimi çok yalnız hissediyorum. Yine o geliyor, sarıp kucaklıyor, içimi ısıtıyor ve ben kendimi o ilk gün gibi gözlerim kapalıyken bile güvende hissediyorum.

Her şey için teşekkür ederim Anne.

Çarşamba, Ocak 04, 2006

Vitrin mankeniyle sevişti

Vitrin mankenine tecavüzden 12 yıl yatar mı dersiniz? :)
Bir tepsi baklava çaldı diye 70 yıla mahkum alan insanlar var sonuçta?..