Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Cuma, Temmuz 13, 2007

The Time Machine & Us

Tut, tut, tut, sakın bırakma. İncitme ama, yazık, daha küçücük, bir zamanlar bizim gibi. Tüyleri bi yumuşak, bi yumuşak, aynı saçların gibi… Senin gibi ele avuca sığmıyor, yüreği senin gibi nasıl da küt küt atıyor, bak. İlk önce ürkek bakışlarla süzüyor beni, sonra sakinleşmeye başlıyor, gözlerinde anlam dolu bakışlar, hepsi nesillerdir anlatılan bir efsanenin ilk sözleri gibi : "bundan 3 bin yıl önce zamanın ötesinden gelen bir kadın, kötülüğe karşı tek başına başkaldırdı, iyilik için feda etti kendini, ogün bugündür kendinden utanır kötülük; o kadın kadar cesaretli olamadığı için..."

Keşke dönebilsek geriye, bunun gibi olduğumuz dönemlere. Dünya daha bir haftalıkmış gibi taze görünüyordu, ve biz yeni yeni kuş dilini öğrenmiş, anlaşmaya çalışıyorduk. Her kanat çırpışının ayrı bir büyüsü vardı, izliyordum seni en tepeden, öyle güzeldin ki, sanki senin için yaratılmıştı her şey.

Hatırlıyor musun, sen tam yanıma yaklaşıp kondun, ürperdi içim, dilim tutuldu, ötemedim. Kanatlarım tutuldu, kanat çırpamadım, öyle kalakaldım. Gülümsedin bana, tek yüzüm değil, kızardı tüm bedenim, beni o halde görünce gözlerini kaçırıp yine gülümsedin, bir süre sakinleşmemi bekledin, öylece durdun, izlemeye başladık tüm dünyayı en tepeden, öyle kusursuz görünüyorduki manzara, sen gibi, senin gibi... Sonra rüzgar okşadı tüylerimizi, ferahladı içim, küt küt atıyordu kalbim ama, zaman durmuştu, dönmüyordu dünya, çok iyi hatırlıyorum, başım dolanmıyordu artık, seni daha yakınımda hissediyordum, yaklaştın yavaşça, bir daha baktın gözlerime, açtın kanatlarını, dans etmeye başladın, bir o yana, bir bu yana, ardından bir şarkı koptu, tekrar uyuştu tüm bedenim, ateşim çıktı bilmem kaç fahrenheit, sonra düzeldim yine, her zaman iyileştirici bir özelliğin vardı zaten, hasta etmeyi çok iyi bilirdin ama iyileştirmen ayrı bir hikmetti; sonra durup beni bekledin, kanatlarımı açıp şarkı söylememi istedin; yapamam ben, hala kendimde değilim ki, başım dönüyor, arada gidip geliyor bilincim, küçücük bir yüreğim var zaten, kalbim de onun kadar, vallahi öleceğim, yapamam, kanatlarım tir tir titriyor, görmüyor musun?

Zaman geçti, sen hariç her şeyin geçtiği gibi. Biraz sakinleştim, biraz büyüdüm, biraz da içimdekileri kendimle beraber büyüttüm, daha bir güzelleşti yaşam, zaten üç beş yıllık bir ömrümüz vardı, kıymetini bilelim dedim, sayende çok kıymete bindirdim, varlığınla bir anda değerlendi tüm zamanım.

Bizi oralarda o haldeyken çok arıyorum, evet. Sen de özledin, biliyorum. Gözlerinden okunuyor bazen, bana dokunuşundan hissedebiliyorum, hala tenine değdikçe tenim, tüylerimiz diken diken oluyor, bir heyecan kaplıyor içimizi, aklımız karışıyor, kendimize gelmeye çabalıyoruz. Bir "zaman makinem" var desem sana, eğer istersen eskiye, çok eskiye, bir çift kuş iken, tüylerimiz yumuşacık, birlikte güzel şarkılar söyleyip gökyüzünde uçuyorken, o vadinin yeşilliğine dönecek kadar eskiye gidebiliriz desem, benimle geleceksin, çok iyi biliyorum.

Ama,
ne bir zaman makinem var,
ne de ikimizin tekrar kaybetme riskini göze alabilecek gücü...