Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Pazar, Haziran 24, 2007

The Black Lexus & Two hundred thousand miles.

Cat PowerThe Greatest

Kalbimizi tamir edebilmek için bir tornavida arıyorduk, bir de çekiç. Oysa ki kimse uyarmadı bizi: “Kırılan her şey tekrar onarılmaz,” diye. “Ben anlamam, bunu onarmak lazım, kaybedeceğim çok şey var.” dedim, karşı çıktım. Yanımda erdem var, hemen karşımda hayatın gazabına uğramış okanım yeşil çizgili televizyon koltuğumda uyuyakalmış. Eski plaklarıma çok ilgili sevgili berk; dolabımı karıştırıyor, her plağa tek tek bakıyor, heyecanlanıyor, elinden falan düşürüyor arada. Dünya sadece bizle sınırlı gibi o an. Dışarıda olanlardan sorumlu değiliz, insanlar anlamsız yere ölüyorken belli belirsiz bir gelecek endişesi yok üzerimizde. Zaman çizelgesini küçük bir parmak hareketiyle büyüleyip bozmuşuz gibi. Dedemden bana kalan kum saatim de gülümsemeye başlamış bize, kumları parlıyor zamanı bir geceliğine de olsa durdurduğumuz için. Kıyamet kopsa umurumuzda değil. Keyifliyiz kısaca. Bir süre kurcalıyoruz içini dışını bin bir parçaya bölünmüş kalbimizin. Bunu tamir edemeyiz, diyor erdem. Katılıyorum aslında, hiç de tamir edilecek gibi durmuyor. Feci kırılmış, darmaduman olmuş. Bir beklentim yok zaten, düzeleceğinden değil bu uğraş. Sıkıcı bir gece geçiriyoruz dört arkadaş. Sevişmek gibi bir ihtimalimiz de olmadığı için daha keyifli ne yapabiliriz ki dedik. Erdemle ben kalbimizi onarmayı seçtik, okan uyumayı, berk ise plakların tozunu yutmayı. Hayat bu, seçenekler bol.

Bir önceki gece çok yalnızdım. Bir çok insanı aradım, hiçbiri benimle sarhoş olmayı tercih etmedi. Aldığım bütün içkiler kapakları bile açılmadan dolabıma tekrar konuldu. Ben de gidip yalnızlıkla donattım masamı. Bölük pörçük anılarla sohbet edip, arada bir yudumluyordum yalnızlığımı. İnsanın nefret ettiği şeyi içip onunla sarhoş olması garip bir duygu. Aslında yalnızlıktan nefret etmem ben. Pek fazla başıma gelmeyen bir şeydir bu, o yüzden yalnızlıktan pek fazla sıkılmam; fakat ilk defa o gece yalnız olmayı, yalnız kalmayı istemedim ve o buna rağmen karşımda dimdik duruyor, işaret parmağını bana çevirmiş, bu gece ne yaparsan yap benimlesin evlat, diyordu. Yenilgiyi kabullenmek rahatlatıcı bir etki bırakıyor insanın üzerinde. Işıkları kapattım, sadece sokak lambaları aydınlatıyordu odayı. İçkileri dolapta soğumaya terk etmiştim, sevdiğim tüm kadınları terk ettiğim gibi. Belki bir gün arkadaşlarla tekrar toplanır, eski sevgililerden bahseder, sarhoş olur, yalnızlığın felsefik yönünü tartışırız, dedim. Elimizde şarap şişeleri, her yer kırmızı, dolunay, açık bir gökyüzü, bolca parlak yıldız. Zaten en güzel, en sıcak tartışma ortamları elinde şarap şişesiyle olur. Başka bir boyuta geçer, arada şarabı yudumlarken, harıl harıl savunduğun şeyle haklı olduğunu kanıtlamaya çalışırsın. Böyle beklentilerim var, doğru. Severim bu tür gruplaşmaları. İnsanın kendi evi gibisi olmadığı için, buz gibi olmuş içkileri masaya taşırken arkadaşları tarafından onun için çalınan alkışları duyup mutlu olmak gibisi de yok. Tabii suç ortağı kafadar arkadaşlarla sabaha kadar hiç sıkılmadan yapılan sohbetleri de söylemeden geçemeyeceğim. Geçemem zaten bazı şeyleri, sen gibi mesela; hayatımdan seni hiçbir zaman geçemeyeceğim. Ne yalnızlığın felsefik yanı, ne Süryani şarabı, ne de dolunay. Hepsinden geçebilirim ama senden? Olmaz, imkanı yok, yapamam.

Kilometrelerce ötede olan sevgilisini tatil nedeniyle uzun süre göremeyecek olan bir arkadaşım onu son kez görebilmek için uzun saatler yolculuk etmek zorunda kalacak. Bu durumu zorlu kılan şeyin yollar olduğunu düşünmüyorum tabii ki. Bunu yapacak adamın, aşk için, sevgilisi için, onu görebilmek için gösterdiği çabayı tebrik etmek istiyorum ben. Bunu yüzüne de söyleyebilirdim gerçi; ama o ara bunu yapmak aklıma hiç gelmedi. Dört tekerleği olan metal bir kutunun içinde bir yerlere yetişmeye çalışıyorduk. Arabayla yapılan sürat bir süre düşünmemi engeller benim. O an adrenalin seviyemdeki yükselme bu tip şeyleri unutma gibi vaziyetlere düşürebiliyor beni; tebrik mesajlarını, özel günleri, annemin bana aldığı ilk gameboy’un fiyatını, ilk mavi conversimi etc etc unutmak gibi. İşin içinde hız varsa kendimi kaybediyorum, ne yapabilirim? Bunu söylemekten de hiç çekinmem, dobrayım.

Dudağım kanıyor galiba.