Abdullah gül derken, birden ölüm geldi aklıma. Adamın öleceğinden değil tabii ki. Gerçi ölecek öyle ya da böyle. Bilmiyorum, onu düşünürken –niye düşünüyorsam onu?- ölüm geliyor aklıma. Hatta diyorum ki, ölümünde bir adabı olmalı. Gül’ün adap bilmeyen biri olmadığından değil tabii. Ölürken adabına göre ölüp ölmeyeceği konusunda da bir fikre sahip değilim. Bu bilginin eksikliğini de hissetmiyor insan. Ama düşünüyorum da, bir anda, aniden gelmemeli ölüm. Haber vermeli, bak geliyorum, ona göre hazırlan, demeli. Çünkü ölümünde bir yolu yordamı olmalı. Bir hazırlığı, ayrı bir havası olmalı. Gerçi vardır mutlaka farklı bir havası. Ama istediğim o değil. Neyse.
Bir yağmur var dışarıda, öyle böyle değil. Yağmur sesinin bile bir adabı varken, ölümün niye yoktur, anlamam. Bazı şeylerde mantık aramanın manası yok. Ölüme sıra gelmeden, düşünmem gereken daha çok şey varken, kabul ediyorum, birkaçmilyon yıldır hiç olmadığım kadar plansız, programsızım. Ama her şeyi sırasıyla yaparsan, neyin tadı kalır? Ya da artık neyin tadı var ki?
Birileri imparatorluğuma saldırıyor. Bir savaştan diğerine gidiyorum. Her zaman savunma yapmak hiç zevkli değil. Ve ben her zaman savunma yapmak zorunda kalıyorum. Bir yenip bir yeniliyorum. Yine biri saldırdı en güzel eyaletime. Aldı götürdü yıllarımı. Geride hiçlik var. Bir de Türk Filmlerinde Kadir Ağabey ölürken arkada çalınan fon müziği. Vuruldukça dönüyorum. Döndükçe vuruluyorum. Öldükçe vuruluyorum. Ama bir türlü vuruldukça ölemiyorum. Bir saplantım var benim, elbette öyle.
Pet bardakta çay içmek gibi bir durum benimki. Olsun canım, en azından soğuk değil. Bardağın dolu ya da boş tarafından bakmıyorum, vazgeçtim, daha çok bardağa bakıyorum artık. Bardağı sahiplendikten sonra, doldurmak da sana kalıyor, boşaltmak da. Boşaltmaktan bahsetmişken, onun gibi bir şey oldu tam şuraya, göğüs kafesimin tam arkasında. Değerli her şey korunur derler ama, sanmam, öyle değildir. Öyle olsa, boşaltılır mıydı deli gibi atan şu şey?
Bir yağmur var dışarıda, öyle böyle değil. Yağmur sesinin bile bir adabı varken, ölümün niye yoktur, anlamam. Bazı şeylerde mantık aramanın manası yok. Ölüme sıra gelmeden, düşünmem gereken daha çok şey varken, kabul ediyorum, birkaçmilyon yıldır hiç olmadığım kadar plansız, programsızım. Ama her şeyi sırasıyla yaparsan, neyin tadı kalır? Ya da artık neyin tadı var ki?
Birileri imparatorluğuma saldırıyor. Bir savaştan diğerine gidiyorum. Her zaman savunma yapmak hiç zevkli değil. Ve ben her zaman savunma yapmak zorunda kalıyorum. Bir yenip bir yeniliyorum. Yine biri saldırdı en güzel eyaletime. Aldı götürdü yıllarımı. Geride hiçlik var. Bir de Türk Filmlerinde Kadir Ağabey ölürken arkada çalınan fon müziği. Vuruldukça dönüyorum. Döndükçe vuruluyorum. Öldükçe vuruluyorum. Ama bir türlü vuruldukça ölemiyorum. Bir saplantım var benim, elbette öyle.
Pet bardakta çay içmek gibi bir durum benimki. Olsun canım, en azından soğuk değil. Bardağın dolu ya da boş tarafından bakmıyorum, vazgeçtim, daha çok bardağa bakıyorum artık. Bardağı sahiplendikten sonra, doldurmak da sana kalıyor, boşaltmak da. Boşaltmaktan bahsetmişken, onun gibi bir şey oldu tam şuraya, göğüs kafesimin tam arkasında. Değerli her şey korunur derler ama, sanmam, öyle değildir. Öyle olsa, boşaltılır mıydı deli gibi atan şu şey?
0 Comments:
Ben de bıdılamak istiyom!
<< Home