Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Pazartesi, Nisan 30, 2007

givmitaym

Zamanında patlak topu ben de kafama çok taktım.
Çok patlak top taktık biz.
Kafamıza patlak toplar çok taktık.
Patlak bir topumuz vardı, onu kafaya takıp fena aktım ortamlara.
Bir patlak topun varsa kafaya takmalısın.
Sen hiç kafana patlak top taktın mı?
Sen hiç 'Gezenegenler Arası Patlak Topları Kafaya Takma Yarışması'nda #1 oldun mu, vıj vıj?
Patlak toplar federasyonunu bile kurdum, o da bir şey mi?
Kafama takmam patlayan top benim değilse, tarzım değil.
Patlamış topa patlamış demem, dedirtmem, eğer patlamış top benim değilse.
Derken evren büyük bir patlamayla oluştu, ben de alıp kafama taktım.


Son söz BABA'dan gelsin:

Toplar artık hiç patlamayacak - Cem UZAN

Pazar, Nisan 29, 2007

Abdullah gül derken, birden ölüm geldi aklıma. Adamın öleceğinden değil tabii ki. Gerçi ölecek öyle ya da böyle. Bilmiyorum, onu düşünürken –niye düşünüyorsam onu?- ölüm geliyor aklıma. Hatta diyorum ki, ölümünde bir adabı olmalı. Gül’ün adap bilmeyen biri olmadığından değil tabii. Ölürken adabına göre ölüp ölmeyeceği konusunda da bir fikre sahip değilim. Bu bilginin eksikliğini de hissetmiyor insan. Ama düşünüyorum da, bir anda, aniden gelmemeli ölüm. Haber vermeli, bak geliyorum, ona göre hazırlan, demeli. Çünkü ölümünde bir yolu yordamı olmalı. Bir hazırlığı, ayrı bir havası olmalı. Gerçi vardır mutlaka farklı bir havası. Ama istediğim o değil. Neyse.

Bir yağmur var dışarıda, öyle böyle değil. Yağmur sesinin bile bir adabı varken, ölümün niye yoktur, anlamam. Bazı şeylerde mantık aramanın manası yok. Ölüme sıra gelmeden, düşünmem gereken daha çok şey varken, kabul ediyorum, birkaçmilyon yıldır hiç olmadığım kadar plansız, programsızım. Ama her şeyi sırasıyla yaparsan, neyin tadı kalır? Ya da artık neyin tadı var ki?

Birileri imparatorluğuma saldırıyor. Bir savaştan diğerine gidiyorum. Her zaman savunma yapmak hiç zevkli değil. Ve ben her zaman savunma yapmak zorunda kalıyorum. Bir yenip bir yeniliyorum. Yine biri saldırdı en güzel eyaletime. Aldı götürdü yıllarımı. Geride hiçlik var. Bir de Türk Filmlerinde Kadir Ağabey ölürken arkada çalınan fon müziği. Vuruldukça dönüyorum. Döndükçe vuruluyorum. Öldükçe vuruluyorum. Ama bir türlü vuruldukça ölemiyorum. Bir saplantım var benim, elbette öyle.

Pet bardakta çay içmek gibi bir durum benimki. Olsun canım, en azından soğuk değil. Bardağın dolu ya da boş tarafından bakmıyorum, vazgeçtim, daha çok bardağa bakıyorum artık. Bardağı sahiplendikten sonra, doldurmak da sana kalıyor, boşaltmak da. Boşaltmaktan bahsetmişken, onun gibi bir şey oldu tam şuraya, göğüs kafesimin tam arkasında. Değerli her şey korunur derler ama, sanmam, öyle değildir. Öyle olsa, boşaltılır mıydı deli gibi atan şu şey?

gelme,
nasılsa gideceksin,
ayak seslerin yeter bana.

Salı, Nisan 24, 2007

Arkadaşımın Corvett bisikletini çalmışlar. 9 yıldır ondaydı. O bisikleti geçmek için bal, süt, yumurta yerdim. Çok hızlıydı çok. Şimdiyse o yok. İçim sızlıyor. Geçmişimi çaldılar sanki. Kahroluyorum.

Allah belanı versin hırsız.

Cumartesi, Nisan 21, 2007

Sıra sıra.. Arada bir.. Bir anda.. Aniden... Vs..

Bilmem. Öyle hissediyorum sadece. Bir nedeni yok. Olmasına gerek yok. Senin olmana da gerek yok. Bizim olmamıza gerek yok. Bazen, bazı şeyleri hissetmek için bir şeylere gerek yok. Olmaya gerek yok. Olmamaya gerek yok. Bana gerek var. Kendime. Kendimi dinlememe gerek var. Sana gerek yok. Hiç olmadı. Belki de hiç olmayacak. Dedim ya. Sana gerek yok. Düşünmek için, hissetmek için, adını bir yerlere kazımak için ne sana gerek var, ne de yokluğunun içini kurcalamaya. Bak geldin işte. Buradasın. Ama sana gerek yok. Bizim bir şeyler yapmamıza gerek yok. Bakmaya gerek var. İçten bakabilmeye gerek var. İçten içe kendini emerken, ruhunu çürütürken, yerden yere vurulurken dünya, milyonlarca çizik atılırken kalbine, ne sana gerek var, ne de var olmana. Kalmana gerek yok. Acınla bütünleşmek için, acıtan şeye gerek duymaya gerek yok. Ben dedim sana. En başından beri söylüyorum. Yoruldum artık, diyorum. Yoruldum, görmüyor musun?


İkisi arasında çok fark var. Dengesizlik söz konusu. Ağır basan şey dibe doğru çekerken insanı, hafifliğiyle yükselen şeye gerek duymuyor olmanın da bir açıklaması vardır mutlaka. Kutsal kitaplarda bahsedilmedi bundan. Biliyorum, hepsini araştırdım. Tüm tarihi yuttum, kuruttum, üşütmüşüm, kaynatıp bi güzel içtim. İyi gelmedi. Geçmiş hiçbir zaman iyi gelmedi bana. Vazgeçmekten bahsetmeliyim, adına honostalipotanus octopusalinea denirmiş, ki aslında öyle bir şey yok, ben salladım, ama olsun, doğru olup olmadığını kanıtlayacak hiçbir şey yok elimizde.


Kafam duman, tüm dünya gri. Uzun zaman oldu, görmemiştim kuş bakışı, güzel evimi. Havalanmak keyifli şey. Her şey küçük küçük, zararsız, rahatlatıcı. Korkudan, endişeden, sıkıntıdan arındıkça insan, her şeyi böyle kuş bakışı görüyor. Her şey küçülüyor. Sadece sen büyüyorsun, sadece yüreğin büyüyor. Nefes almaya başlıyorsun. Çevrene, arkana, sağına, soluna bakınıp, bu sessizlik neyin nesi, bunda bir iş var, diye endişelenmiyorsun. Kapalı kapılar ardında senin hakkında nelerin konuşulduğunu merak etmiyorsun. Girilen her sokak aydınlık, bir çıkış yolu var. Her binanın, her evin içinde mutlu insanlar var. Ama hepsi küçük, küçücük. Zaman akıyor. Kimseyi düşünmüyorum. Kafam duman, tüm dünya gri. Uzun zaman oldu, görmemiştim kuş bakışı, güzel evimi.


İlham perimi buldum. Evet, o sensin. Uzun zamandan beri bu böyleymiş, yazmak için, bir şeyler paylaşmak için, varlığınla yokluğun arasındaki o ince çizgide gidip gelip, olabilir mi diye dibini kurcalamak gerekirmiş. Bulduğun şeyin bir önemi yok, belki de bir bulunabilecek bir şey yok. Sadece hiçlik ve varlığınla yokluğun arasında gidip geldiğim o uzun koridor. Yürümek bile düşünmekten daha fazla yorabilir insanı. Fark etmez. Her şekilde yorulmasını bilirim ben. Öyle bir yeteneğim var. Ama kahraman değilim. Tarzım değil.

Salı, Nisan 17, 2007

hepsibenim

Bir şeye başlamadan önce diğer şeyi bitirmek gerekiyorken,
Böyle bir kural en azından ahlaki olarak yazılmışken,
Bu kurala uymayıp bir şeyi bitirmeden diğerine başlamaya çalışırken,
Başımı her dakika biraz daha belaya sokarken,
Bulutların en karası tepemde dolaşırken,
Bakmadım çevreme, keyfime göre yaptım her şeyi.
Biliyorum,
Başım belaya girecek.
Biliyorum,
Bir daha da beladan çıkmayacak.

Her şeyden birazcık,
Her şeyden ucun ucun,
Hepsi benim,
Hepsi ucundan benim.
Herkes aynı şeyi söylüyorken,
Haklı çıkabileceğimi düşünmek,
Haklıyım diye etrafta edepsiz edepsiz dolaşmak,
Hakikaten delilik, ama olsun.
Hepsibenimbenimcundanköşesindenhepsibenim.

Kafayı yemenin bile bir sınırı var,
Kafasızlığın bile bir sınırı var.
Kafatasımda dünya haritası,
Kafamda komplike düşünceler,
Karma karışık matematiksel işlemler,
Kışkırtan görsel efektler,
Kozmopolit beton yığını ülkeler,
Hepsibenimbenimucundanköşesindenhepsibenim.


yazmaktan vazgeçmem gerek :#

Cumartesi, Nisan 14, 2007

bazı aşklar hiç bitmezmiş.
bizimkisi bitenlerden.

++

Perşembe, Nisan 12, 2007

Cuma akşamlarından pazar akşamlarını ayıran o güzel duyguyla büyüdük biz. Her cuma akşamı iyi bir başlangıç, her pazar akşamı kötü bir sondu bizim için. Şimdilerde günlerin pek bir önemi kalmadı. Cuma akşamı da aynı şeyi hissediyorum, pazar akşamı da. İkisini birbirinden ayıran, çocukluğumun güzel günlerini hatırlatan o duygudan eser yok şimdi. İçimizdeki o duygu öldü; ölmediyse bile diri diri derinlerde bir yerlere gömüldü. Yerini bulup tekrar gün yüzüne çıkarsak bile, bıraktığımız gibi mi olacak, hiç bilemiyorum.

Çarşamba, Nisan 11, 2007

geçecek oğlum, geçecek, merak etme.

Pazartesi, Nisan 09, 2007

sen benim eş ruhumsun
unutmuş olsan hissederdim.

Bazen gökyüzüne kafamı kaldırıp bulutların meydana getirdiği şekillere bakıyorum. Her şekil senin yüzünü, duruşunu, bakışını anımsatıyor. Sadece yukarda değil, hayatımda ne varsa, bu dünyada ne görüyorsam, içtiğim suyun, girdiğim denizin, gezdiğim ormanın, hepsinin, ama hepsinin içinde sen varsın. Kafamı nereye çevirsem seni görüyorum.

Çarşamba, Nisan 04, 2007

binyüzelliyedi

Ne kadar sesimizi yükseltirsek o kadar sağır dünya. Ne kadar varsak seninle, o kadar nefret edilesi yalnızlık.