Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Cuma, Kasım 24, 2006

Sevgili Kırmızı Kalem

IV. Bölüm

Karadenizde battı gemilerim,
Hedefi 12’den vurmaaam gerek.

Hiç öyle bakma, gayet ilgi alaka çerçevesi içinde giriş yaptım. Bazen söze başlamak o kadar zor oluyor ki, ya başlamayı hiç istemiyoruz ya da she is a bitch, allright. Çok affedersiniz. Gerçekten, üzülerek söylüyorum bunları. “O zaman söyleme?!” tarzında bir cevabı kesinlikle kabul etmiyorum; çünkü hayatımızda bir çok şeyi zaten üzülerek söylüyoruz. Üzüleceğiz diye içimizde kalsa her şey, içimizi daha da acıtsa, içimizde ki o gizemli sandığı gereksiz yere doldursa, önemli olan diğer her şey altında ezilse, ne kadar da güzel, pardon, kötü olurdu, öyle değil mi?

Bazen üzeceğini bilmeden söylediğimiz şeyler de var, onlar başlı başına what is the matrix. N’oldu bana böyle, hiç bilmiyorum. Eskiden -son dönemde yani- böyle değildim ben, değiştim azıcık. Sanırım, son dönemin en hit tanımlamalarından olan dejenere gençliğin sağdan üçüncü kapısıyım. Evladım daha ne duruyorsun, hadi öpsene teyzenin elini!?

Bu aralar kimseye de beğendiremiyorum kendimi, işin gırgırına vurunca, belli ki çok yakıyor canlarını, çevremden pek pozitif tepkiler almıyorum. Aslında, pek değil, hiç almıyorum. Ki şöyle bir soru yöneltebilirim kendime : “Madem yüzme bilmiyordun niye çıktın ağaca?” Cevabını -sizin gibi- ben de merak ediyorum, valla bak.

Son dönemde keyif aldığım şeylerden biri de haberler izlemek. Daha doğrusu keyif aldığım şeylerden biriydi haberler izlemek; çünkü özellikle politikanın içinde olan insanların birbirleriyle olan diyaloglarını dinlemek kadar keyif veren bir şey olamaz diye düşünürdüm; ama artık haberleri dinlemeye bile dayanamıyorum. Şu, ahşap evin içinde, elektrik kontağından çıkan yangın sebebiyle yanarak can veren üç çocuk. Küçücük üç çocuk. Dünya başlı başına canımı yakmıyormuş gibi, bir de bunların olduğuna tanık olmak, görmek, bilmek… Günahsız, daha ruhu kirlenmemiş, küçücük üç çocuk. Peki ya, bu küçük beyaz kanatlı üç çocuğun hayatın bizzat kendisinden aldıkları bu korkunç ceza, sence sadece onlara mı verildi; bu cezayı sadece onlar mı çekti? Bir eksiklik var bu soruda -herşey de olduğu gibi-, hissedebiliyorum. Belki de olması gereken, daha çok acı, gözyaşıdır.. evet, biraz da yağmur.. ve çakıl taşı yutmuş gibi bulantılı bir mide…

Melekler de cezalandırılıp,
Acı çekiyor.
İşte, bak.
Üç tane, küçük beyaz kanatlı meleğin, o gün karardı tüm dünyaları.

Dünyayı bu kadar temiz görmelerinden dolayı da olabilir mi aldıkları ceza?
Dünyayı böyle gördükleri için kızmış olabilir mi biri ya da birileri?

Sorular ortada ama sınava girecek olan kim? Kim cevapları verip, yıldızlı pekiyi alacak?

Kime konuşuyorum ki ben…