Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Cumartesi, Kasım 25, 2006

Mavi tayt giyen bir gizmom var! N'aaber?

V. Bölüm

Kırmızı kalemle, hayatın üzerine çizilen yıldızlı pekiyiler.

Hepsi, başarının tek göstergesi olmuştu uzun dönem. Defterimize çizilen her yıldızlı pekiyi, o günlerin, o vakitlerin güzel geçeceğinin -bi’ bakıma- müjdesini verirdi bize. Kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan, bu, kırmızı kalemle çizilmiş pekiyiler, -bumerang gibi- mutluluk olarak geri dönerdi bize.

Her yıldızlı pekiyi bir hediye paketiydi bizim için. Hepsinin içinden ayrı ayrı şeyler çıkardı, ve biz hepsini çok beğenirdik. Başarı duygusu, beğenilme, tebrik edilme, başımızın okşanması, komşulara anlatılan baş rölünü bizim oynadığmız sonu güzel biten biraz abartılı olaylar, övücü sözler...

Soyut şeyler öncelik taşırdı bizim için, önce onların tadını alırdık; çünkü onların üzerimizde yarattığı tepki hoşumuza giderdi, tabi bir süreliğine -herşey de olduğu gibi-. Bize bir barbie bebek, bir futbol topu, uzaktan kumandalı yarış arabası, makyaj seti gerekirdi bir süreden sonra. Elle tutulur şeyleri görünce, onlara dokununca daha çok haz duymaya başlardık. Gerçi onların da, diğer her şey gibi geçici olduğunu o zamanlar kavrayamazdık.

Bazı şeyler ne kadar gözümüzün önünde olursa olsun göremeyebiliyoruz. İşte, 'zaman' tam olarak burada devreye giriyor ve olaya el koyma vaktinin geldiğine karar verince, gözümüze soka soka gösteriyor bunları. Bu huyunu çok seviyorum arkadaşın.

Bu aralar çok karşılaşıyorum onunla. Eline geçen her fırsatı değerlendirmesini çok iyi biliyor. Gözüme soka soka; "al, işte budur!" diyor. Bu oldukça kendime kızıyorum, kendime kızmama sebebiyet verdiği için ona kızıyorum, sonra da : “İyi de kendime kızmama sebebiyet veren de ben değil miyim?” diyorum.
Ardından :
“Peki ya, o buna neden karışıyor, benimle benim arama girmeye ne hakkı var?”
Diğer yanım :
“Gerçekleri görmeni sağlıyor, çok geç olsa da..”

Sonra başlıyorum diğer yanımla atışmaya…

“Bu saatten sonra, gösterse ne fark eder?”
“Hiç görememenden iyidir.”
“Buna sen mi karar vereceksin be adam! Bunu değiştirmenin bir imkanı yoksa, geçmiş bir şey için neden canımı sıkayım?”
“Ama geçmiş de olsa, gerçek, hala gerçektir.”
“Önemini yitirdikten sonra…”
“Ama o, hala bir gerçek?”
“Gerçekliğini değiştirmek isteyen kim?”
“Sen!..”

Başka bir şey diyemiyorum, yine son sözü o söylüyor ve yine o kazanıyor. Dengeyi sağlamak için, bazen aynı şeyi benim de ona yapmam gerekiyor diye düşünüyorum; ama yapamıyorum. Bazı şeyleri değiştirmeye gücümün yetmemesi gibi, onu yenmeye de gücüm yetmiyor. Ama ne olursa olsun, her zaman kazanan bir yanımın olması güzel.