cennetten bu kente düştük düşeli
dokunuşlarımızla ortaya çıkan
tüm kıvılcımları yasakladılar
ve diyorlar ki gidip öldürün içinizdekileri,
bu kentte biz varken
hiçkimse aydınlığa geçit vermemeli.
gidip zincire vurun
hiç durmayacakmış gibi atan kalbinizi
kanatlarınızı dikenli tellerle sararız yoksa
bir daha uçamazsınız.
şu çılgın aşkımızın tarihi
gömülüyor göz göre göre
toprağın en karanlık yerine.
bizden sonra geleceklere örnek olunmasın diye.
oysa tek bildiğimiz güzellikti bizim,
ve beyazdı içimizdekiler.
çocuklara benzerdi ruhumuz,
o yüzden tanrı sürdü bizi bu kente.
bir şeyleri değiştirebilmek için direndik hep
ama çocukların gözlerini
körebe oynuyoruz diye kandırıp bağladılar.
ve acıdır ki
oyun diye bildikleri
hep karanlık ve bilinmezlik oldu onların.
şimdilerde adımıza yazılan
tutkulu aşk romanları yakılıyor teker teker
ve kıvılcımlarımızdan beslenen kentin ışıkları
kararmaya başlıyor yavaş yavaş.
ateşin rengiyle boyanıyor gökyüzü
ardından duman kaplıyor her bir yanı
umudumuz nefessiz kalıp ölünce
umutsuzluğun içinde ölüme bağlanıyoruz birer birer.
bu kent öldürmek istiyor bizi,
baharın bir daha gelmeyeceğini bile bile.
biz delicesine akan bir ırmak gibiydik oysa,
toprağa dokunuşumuzla fidanlar yeşerirdi.
işte o yüzdendir ki bu kent hep nefret etti bizden.
ve
kim ne derse desin
ben inanmıyorum
her geçen gün intiharların sayısı artarken
kuşların buralardan göçme sebebi onlar olmasın.