Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Çarşamba, Ağustos 27, 2008

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...

Nazım Hikmet

Çarşamba, Ağustos 13, 2008

"yüzündeki o billur akşam kahvaltısı
sürgülerken özümü,
ne kadarını sustuk
konuştuklarımızın?.."

Yılmaz Erdoğan
"Güvercin getirdi şiirimi geriye
Bu dünyada anlattığın kadın yok..."


Aziz Nesin

Boşuna

Sen yoksun...
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki...

Boşuna bu nehir...
Çırpınıp pırpırlanması...
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...

Uzar uzar gider...
Boşuna yorulur yollar...
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki...

Özlemler de ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız...
Birlikte ağlayamayacağız ki

Seviyorum seni boşuna...
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı Bölüşemiyeceğiz ki...

Aziz Nesin

Cuma, Ağustos 08, 2008

bu kent öldürmek istiyor bizi

cennetten bu kente düştük düşeli
dokunuşlarımızla ortaya çıkan
tüm kıvılcımları yasakladılar
ve diyorlar ki gidip öldürün içinizdekileri,
bu kentte biz varken
hiçkimse aydınlığa geçit vermemeli.
gidip zincire vurun
hiç durmayacakmış gibi atan kalbinizi
kanatlarınızı dikenli tellerle sararız yoksa
bir daha uçamazsınız.

şu çılgın aşkımızın tarihi
gömülüyor göz göre göre
toprağın en karanlık yerine.
bizden sonra geleceklere örnek olunmasın diye.
oysa tek bildiğimiz güzellikti bizim,
ve beyazdı içimizdekiler.
çocuklara benzerdi ruhumuz,
o yüzden tanrı sürdü bizi bu kente.
bir şeyleri değiştirebilmek için direndik hep
ama çocukların gözlerini
körebe oynuyoruz diye kandırıp bağladılar.
ve acıdır ki
oyun diye bildikleri
hep karanlık ve bilinmezlik oldu onların.

şimdilerde adımıza yazılan
tutkulu aşk romanları yakılıyor teker teker
ve kıvılcımlarımızdan beslenen kentin ışıkları
kararmaya başlıyor yavaş yavaş.
ateşin rengiyle boyanıyor gökyüzü
ardından duman kaplıyor her bir yanı
umudumuz nefessiz kalıp ölünce
umutsuzluğun içinde ölüme bağlanıyoruz birer birer.

bu kent öldürmek istiyor bizi,
baharın bir daha gelmeyeceğini bile bile.

biz delicesine akan bir ırmak gibiydik oysa,
toprağa dokunuşumuzla fidanlar yeşerirdi.
işte o yüzdendir ki bu kent hep nefret etti bizden.

ve

kim ne derse desin
ben inanmıyorum
her geçen gün intiharların sayısı artarken
kuşların buralardan göçme sebebi onlar olmasın.

Pazar, Ağustos 03, 2008

özletiyor seni bu yağmurlar

burada yağmur yağıyor ama sen
semsiyeni almadan gel yine de
özletiyor bu çılgın sağanak seni
sırılsıklam özletiyor biliyor musun?

Ahmet Telli

acının tutanakçısı

acılar yaşanıyordu yurdumda
tek tek yakılıyordu kentler
bense hep oralardaydım
daha yangın başlamadan çok,
çok,
çok,

çoook,


çok önce...

Ahmet Telli

Cumartesi, Ağustos 02, 2008

oysa fazlasıydık biz

sence nedir bizi daima yeni yolculuklara,
yeni arayışlara iten?
sence nedir doğup bir türlü ölemediğimiz bu kenti terkedişimizin sebebi?

biz ki vurulup düşsek anında kalkardık
kimsenin bu kenti bizden almasına fırsat vermeden.
şimdi bastıran karanlığın sebebi biz olduk
ve kovuluyoruz
turuncu üstüne eflatun çizgili taşlarla döşenmiş bu kentten. ve bir daha dönmemek üzere zoraki yolculuklara çıkıyoruz,
zoraki ayrılıklar yaşıyoruz
ve geride bıraktıklarımız
sadece bir gezgin diye hatırlıyor bizi.
oysa fazlasıydık biz,
görmek istemediler...

bizi daima yanlış bilen insanların çocukları olduk,
sürüldük üstüne umutsuzluk çökmüş topraklardan
ve biz gittikten sonra o topraklara gömüldü
bizden geriye kalan
savunduğumuz ne varsa.

oralardan gitmek ne bizi gezgin yaptı
ne de bir serüvenci.
sürülmüş olmanın kırık kanadıyla başka diyarlara uçmaya zorlandık.
geride hep alay edenler kaldı,
bir kez olsun vazgeçmediler bundan.
ve sadece misket oynadığımız çocuklar yolculadı bizi
onlara bizden miras kalan misketleri
buruk bir sevinçle avuçlarında tutarken.

biz ki duvarlara yazarken umudun doğuş öyküsünü
çiçekler yeşersin istedik içimizde
ve hiçbir zaman solmasınlar diye suladık onları.
renklere boğarken sokakları
insanların bakışlarındaki nefreti
yok etmek istedik sadece
bakışlara maviyi,
yeşili katmak istedik,
işte bu yüzden olacak ki kovulduk bu kentten.

önce tanrı kovdu bizi cennetinden,
hemen ardından bu kent.
oysa cesur olmak istedik sadece
anlamak istemediler...

ve

kim ne derse desin
ben inanmıyorum
her geçen gün int-i-harların sayısı artarken
kuşların buralardan göçme sebebi onlar olmasın.