Yeşil bir yola saptım geceye merhaba demeden hemen önce. Renkleri seçebilmek güzel şey, diye geçirdim içimden. Gerçekten güzel şeydi bunlar. Aklıma gözlerin geldi. Büyüsü hiç bitmeyen gözlerin… içinde ayrı bir dünya olan gözlerin… Karanlığa boğuluyordu gün, yıldızlar belirmeye başlamıştı gökyüzünde. Bir gün ışık hızına ulaşırsam seni oralara götüreceğim diye sana söz verdiğimi hatırladım o gece. Oturup oradan dünyayı izleyecektik ve ne zaman istersek o zaman kayacaktık boşluğa.
Ayaklarımı sürte sürte ilerlerken her adımda biraz daha uzaklaştığımı hissedebiliyordum doğup büyüdüğüm bu kentten. İçimde tarif edemeyeceğim farklı duygular vardı. Kafesinden kaçan kuşun özgürlükten sarhoş olmuş halde etrafta anlamsızca gezinmesine ve nereye gideceğini bilememesine benzeyen bir duyguydu bu. Beni bu kente zincirleyen ne varsa hepsini geride bırakıyordum ve o zincirleri teker teker kırdığımı hissedebiliyordum attığım her adımda. Bir şeylerden uzaklaşmak kaybetme hissini de beraberinde getiriyordu. Sonra kaybettiğimin yerine yeni bir şeyler bulup o boşluğu doldurma isteği ve umudu adımlarımı istekli atmama yardımcı oluyordu. Ben bunlardan güç alıp uzaklaşıyordum sonunda her şeyinden vazgeçebildiğim bu kentten. Yeşil bir yola sapıyordum ve geceye merhaba demeden renkleri bir kez daha keşfediyordum. Yine sen geliyordun aklıma. Yine... Yeniden... Ve gözlerin… beni o kentte nefes alınabilir yapan o gözlerin… İnsanlar gökyüzüne bakarken sonsuzluğu görür ve keşke, diye geçirirler içlerinden, keşke kanatlarım olsa da yükselip ulaşabilsem bulutların üstüne… Senin gözlerine bakarken ben kanatlanıp uçabiliyordum. Sen gökyüzüne, bulutların üstüne çıkarabiliyordun beni… Sen efsanelerde bahsedilen o kadınlardan biriydin. Sen bir mucizeydin. Benim güzel meleğim.
Gitmek beraberinde birçok sorunu da yanında getiriyor. Terk etmek ve yeniyle yüzleşme korkusu sarıyor etrafını ve hangi yöne baksan yine bunu görüyorsun. Endişe ederek geçirdiğin o dakikalarda ruhun savaş veriyor hepsiyle ve galip gelebilmek için yeteri kadar güçlüyse ruhun, bunu başarabiliyorsun. Benim ruhumu besleyen ve güçlü kalmasını sağlayan tek şey vardı. O da sen. Seni düşlediğim zaman diğer her şey sadece bir hiç oluveriyordu. Senin sayende başarıyordum her şeyi.
Şimdi küçük ellerimde saklıyorum senden geriye ne kaldıysa. Avuçlarımı açmaktan korkuyorum bazen, sıkıca tuttuklarım avuçlarımdan uçup gidecek ve geriye hiçbir şey kalmayacak diye. Çünkü bu dünyada endişe ettiğim ne varsa hepsi senden geriye kalanlar için. Seni sonsuza kadar yaşayabilmem için çırpınıyorum, nasıl zor geldiğini tahmin bile edemezsin.
Kabullenmek zorunda kalınca nasıl acıyor bilemezsin. Sen yine burda olsan keşke, tüm zorlukların üstesinden gelsem birer birer. Yanıma oturur, somurtan yüzüme bakar ve büyüleyen ses tonunla: her şey düzelecek, merak etme, eninde sonunda başaracaksın, der, sıkıca sarılırdın. Nefes alıp verişin, kalbinin atışı, teninin kokusu... Ruhum birden kendini yenilerdi, gözlerim terkar parlamaya başlardı ve içimde milyonlarca kelebek uçuşmaya başlardı. Bir anda her şey değişirdi. Her şey... Tam anlamıyla, her şey...
Beni bu kentte tutan ne varsa artık yok ve ben gidiyorum nereye varacağımı hiç düşünmeden. Bunun rahatlığını yaşarken, bana eşlik edecek birini bulunca kayboluşuma içmeyi de unutmayacağım.
Gittikçe uzarken yollar geride bıraktığım ne varsa hepsi yarım kalıyor ve ben bu yollardan birini bile tamamlayabileceğimi sanmıyorum. Çünkü çok iyi biliyorum ki sensiz olmuyor, hiçbir yol sensiz bitmiyor...
Görüyorsun, bu yazı bile sensiz bitmiyor. Diğer her şey gibi bu da yarım kalıyor, bak...