Micho2 Michougué <body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar/14364200?origin\x3dhttp://michougue.blogspot.com', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Pazartesi, Mart 31, 2008

günlerden o gün...

yüzü denize çevrili bir bankta oturmuş
martıların düşürdüğü ekmek kırıntılarını bölüşüyoruz seninle.
bize bu kadarı yetiyor çünkü,
biz kendimizden başka her şeye tokuz...

Salı, Mart 18, 2008

yusuftutan

benim de mucizelerim var;
başımı yastığa koyup
uyumak için çırpınışlarımda ortaya çıkan...
yusuftutanların dilinden bir türlü düşmeyen o ezgilerde bahsedilen...
kimse anlamıyor oysa,
pencere kenarında öten serçelerin açlığı kadar gerçek...

altınişlemelisandık

benim de mucizelerim var;
kilidini, kapağını kapattıktan sonra yutup,
büyükbabamdan bana miras kalan altın işlemeli sandıklarda sakladığım…

Pazar, Mart 16, 2008

elmalıçocuk

benim de mucizelerim var,
sanki hiç yokmuş gibi davrandığım.
oysa yüzümden anlaşılır her şey,
ne kadar yalan söylersem o kadar fazla kızarır yanaklarım.
ve "elmalı çocuk" diye kalmıştır adım;
çünkü kızaran yanaklarımı gören herkesi
"elmalı şeker yedim" diye kandırmaya çalıştım...

Çarşamba, Mart 12, 2008

göktendüşenmeleğindüşbahçesindekimucizeleri

Uykulara dalarken unutursun sanıyorsun ya her şeyi, öyle sanılan anlardan birinde sarı çiçekler açtı düşlerimdeki arka bahçeme. İçimde yarattığın hüznü kovmak istercesine büyümeye başladılar. Oysa bir başına yetiyorsun tüm dünya ormanlarının yanıp kül olmasına. Boşuna umutlanma demiştim ona; o hiç vazgeçmedi. Şimdi sarı çiçekler var içimde boylu boyuna uzanan, kopartıp sana uzatamadığım…

İçtim O

İçtim o bin yıllanmış testiden, içtim, içtim,
Örtüler arasında yeryüzü beğenisiyle
Ayışığını paylaşırdı bacakları,
Öptüm ayak parmaklarını, öptüm, öptüm.

Ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya

Salı, Mart 11, 2008

Ne var?

Banyomun buğulu aynasından izliyorum kendimi. Üzerimde bir şeylerin bulanıklığı var. Duşun altındayken bile kurtulamıyorum bundan. Yüzüme düşüyor saçlarım. Yokluğunda bin bir parçaya bölünen hayatımı düzeltmek için çabaladığım yıllardaki gibi isteksizce düzeltmeye çalışıyorum onları. En azından kendine iyi görün diyorum. Hemen karşımdaki şu buğulu aynadan yansıyan adamda ne var, biliyor musun? Saatlerdir duşun altında umutla beklemesine rağmen bir türlü üzerinden akıp gitmeyen bir kadının izleri var… Senelerdir sen hariç tüm dünyadan kaçmak için uğraşan bu adamın içinde ne var, biliyor musun? Bu kayıp şehrin sokaklarında kaybolmuş insanların yalnızlıkları, uyku bilmez kedilerin yavrusunu ararken hiç bitmeyen inlemeleri var. En çok da bir türlü söylenemeyen sözlerin ağır yükü… Bu adamın içinde sen varsın, giderken unutulmuşlar var, dönüp geri alınamayacaklar, bir daha asla istenemeyecekler var…

Peki ya senin içinde ne var? Bakımsız parklarda oturup uzaklara dalmış bakışlarından başka? Herkese bakıp, her yüzde ondan başkasını göremiyor olmandan başka? Kalbine, yüreğine küsmüş olmaktan, yitirildiğini düşündüğün, hiç bitmesin diye adaklar adadığın o gecelerin özleminden başka ne var içinde? Altından kayıp giden benliğine, o olmadığı sürece, “dur” demekten bile kendini aciz hissetmekten başka ne var içinde, söyle bana? Bir elin alnında, geçen her dakika biraz daha hüzünlü, biraz daha bitkin, kendini biraz daha yenilmiş halde hissedip derin derin iç çekerek camdan dışarıyı izlerken, yağan yağmurda koşuşan insanları, ıslanmaktan korkmayan aşıkları, her damlada biraz daha temizlendiğini düşünen insanların o rahatlığını kendinde arayıp bulamamaktan başka ne var içinde? Benden başka ne var? Giderken bende unuttuklarından başka ne var? Bir daha geri dönüp alamayacaklarından, bir daha isteyemeyeceklerinden başka ne var içinde, söyle?

Cuma, Mart 07, 2008

senin var mı?

İnsan mutsuzluktan ölebilir mi? peki ya uykusuzluktan? ikisini birbiriyle çok bağlantılı bulduğumdan soruyorum. mesela, uykusuzluk çekiyorsan eğer, bir şeylerin eksikliği vardır içinde. mutluluk gibi. uyuduktan sonra uyanmaktan korkmak gibi. bunu hiç istememek gibi. bir hayal kırıklığı daha yaşamayı göze alamamak gibi. saçmalamak gibi. saçmalamaktan korkar mısın hiç? benim buna verebilecek bir cevabım yok mesela. senin var mı?

reise der hoffnung

Görünmez olabilmenin sırrını elime geçirdiğim an değişecek her şey. işte o zaman dünyada sadece ikimiz varmış gibi rahatça oturup iki çift laf edebileceğiz. belki arada sırf canım istedi diye öpebilirim seni. beni geri çevirmeyeceğinin rahatlığını yaşayarak hem de. heyecandan üstümde kahve dökebilirsin sen de. kahve lekesini çıkarmak için lavaboda yırtınmama gerek kalmaz böylece. o halde oradan uzaklaşıp milyarlarca insanın yaşadığı bu gezegen sadece bize aitmiş gibi birbirimize sıkıca sarılarak o uzun yolda, bitecek diye endişelenmeden yürüyebiliriz. istersen eğer, kaldırımda oturup dondurma yerken önümüzden geçen arabaların içindeki insanların hayatlarını tahmin etme oyununu bile oynayabiliriz. unutma, her kırmızı arabada kırık bir kalp vardır. her mavi arabadan kanatlanmak isteyen birileri çıkar. her beyaz arabanın içinde küçükte olsa bir günahkar mutlaka vardır. ben kahverengiden çekinirim en çok. çünkü onun gömdüğü birileri hep olur. geride bırakmak zorunda kaldığı. unutmamak için kendini o rengin içinde boğduğu... dahası da var ama.. mutluluğu, huzuru, acıyı, hüznü anlayabileceğin arabalar geçecek önümüzden. ve hepsini doğru tahmin edeceğiz. çünkü insanı insan yapan ne varsa bu oyunun içinde olacak. yanılmaktan korkmak yok, oyunun böyle bir kuralı da yok. sadece insanların paylaşmak istediği ama buna bir türlü cesaret edemediği şeyleri çekip alacağız içlerinden. ve onlar uzaklaşana kadar serbest bırakmayacağız onları. sonra kaybolacaklar, insanlar onlardan kurtulacak, dünya biraz daha güzel hale dönüşecek. belki zamanı gelince, hoşuna gittiyse, iksirimiz bitince, diğer insanlarla, yüklerinden kurtulmuş insanlarla aynı kaldırımda oturup dondurma yerken tekrar bu oyunu oynayabiliriz, kim bilir?